Senden Nefret Ediyorum | Tek Bölümlük Hikaye
09:00
“Hadi ama ciddi olamazsın” diye mırıldandım kendi kendime.
Magazin dünyasının masum çocuğu, ünlü aktör Kaya Vuslat’ın aslında hiç de öyle
biri olmadığını şu an öğreniyordum ve şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı.
Gözlerimi kırpıştırıp bir kez daha onun Vuslat olup olmadığını
kontrol ettim. Aman Allah’ım! Ta kendisiydi. Ve tabiî ki bu fırsatı
kaçıramazdım…
Fotoğraf makinemi elime aldım ve arabanın camını sonuna
kadar indirip açıyı ayarlamaya çalıştım. “Hadi… Biraz daha yaklaşın” diye
sessizce mırıldandım. Şu görüşümü
kapatan ağaçlara lanet okumaktan kendimi alamıyordum. Vuslat yanındaki
kızlardan birini öpmeyi bırakıp diğerini kolunun altına çektiğinde kız kulak
tırmalayan nahoş bir sesle kahkaha attı. Tam bir sürtüktü.
Makineyi boynuma asıp arabadan çıktım ve beni fark
etmemeleri için eğilerek koşar adımlarla az önce lanet ettiğim ama şu an orada
olmalarından büyük memnuniyet duyduğum koca ağaçlardan birinin arkasına
yaslandım.
Aman Allah’ım! Bunlar yolun ortasında sevişmeye niyetlenmiş
gibiydi. İğrenerek öğürür gibi bir ses çıkardım ve deklanşöre bastım. Sonra
yeniden ve yeniden… Vuslat kendisi gibi sarhoş görünen üç kızla biraz ilerdeki
bir eve zar zor girene kadar fotoğraf çekmeyi sürdürdüm.
Onlar içeri girdiğinde kameramı çıkarıp çektiğim
fotoğraflara baktım. Evet! Bunları yayınladığımda ve tabiî ki gördüklerimi
anlattığımda ülkenin gündemine oturacaktım, tabii Vuslat da öyle…
Eve dönüş yolunda sırıtarak kafamda yazının taslağını
oluşturuyordum. Yarınki gündemi Zeynep Toprak’ın yazısı belirleyecekti. Ama hayır,
daha doğrusu Tükenmez Kalem’in yazısı gündemi belirleyecekti.
Evet, takma isimle yazıyordum, belki son yazımda kim
olduğumu açıklayabilirdim ama şimdi sahip olduğum gizemli kadın imajımı
seviyordum. Bu durum insanların merak etmesine sebep oluyordu.
Ülkenin en büyük gazetesinin dedikodu köşesinde bir yıl
içerisinde bir numaralı yazar haline gelmiştim. Çoğu kişinin göremediklerini ya
da bulamadıklarını yakalamayı başarıyordum. Ama bu gece yakaladıklarım tamamen
tesadüf olsa da şimdiye kadarki en muhteşem haberim olacaktı.
Kaya Vuslat, şu an gündemde olan filmindeki nazik, kibar ve
sadık aşık rolü ile resmen ülkenin gözdesi olmuştu. Çünkü gerçek hayatı da
dışarıya böyle yansıtılmış aşık çocuk gibi gösterilmişti. Gittiği her yerde aşıkmış gibi bakmaya
çalıştığı kızla arasındaki ilişkiye hiçbir zaman inanmamıştım. Zirve Yapım’ın yeni yıldızını “aranan sevgili”
modeli yapmaya çalıştığını düşünmüştüm ki yine haklı çıkmıştım.
***
Kahvemden bir yudum daha alıp derin bir iç çektim. Yazıyı
yarınki basımda çıkabilmesi için nihayet hazırlamıştım. Yazıya son kez göz
atmak için bilgisayara eğildim ve dikkatle okumayı başladım.
“İşte Gerçek Kaya Vuslat!
Kaya Vuslat… Hepimiz
onu naif ve sadık aşık olarak tanıdık.
Tüm genç kızlar bu hayali erkeğin peşinden koşmaya başladı. Sanki okuduğumuz
aşk romanlarındaki, hepimizin sahip olmak istediği o aşık prens karşımızda
duruyor zannettik ve kendimizi bu büyüye kaptırdık.
Ah… Ama ne yazık ki şu
an okuduğunuz yazı gördüğümüz Kaya Vuslat’ın yalnızca bir hayalden ibaret
olduğunu kanıtlamak için yazıldı.
Gittiği her yerde
mahcup gülümsemesiyle can yakıcı derecede masum ve bir o kadar da nefes kesici
görünen Vuslat’ın ,sözde, kız arkadaşından başka hiç kimseye yüz vermemesi ve
bakmaya dahi tenezzül etmemesi ne de büyük bir hayal kırıklığıydı.
Ama bu kızcağız dün
öyle şeyler gördü ki…
Kaya Vuslat herkese
açık olan bir yolun üzerinde neredeyse üç kızla sevişecekti. Evet, yanlış
duymadınız. Üç kızla! Yolda!
Çıkardıkları sesleri,
kadınların kulak tırmalayan kahkahalarını hala duyar gibiyim.
Tiksindirici.
Sarhoş olan Vuslat’ın birini öperken diğerini
okşaması ne kadar da aşk dolu bir hareketti öyle…
Bu adamın gerçekten de
bir aşık olduğuna inanabiliyor musunuz? Ben inanmıyorum. O sadece her zamanki
kendini kral zanneden, seks düşkünü bir çapkın. Aynı zamanda hiçbir şekilde
utanmadan insanları kandıran, yüzü kızarmayan bir yalancı.
Ah Vuslat, üzgünüm
ama… Senden nefret ediyorum.”
Evet, bunu sevmiştim. Gülümseyerek kahveyi sehpaya bıraktım
ve çektiğim fotoğraflar arasında en dikkat çekici olanı yazımın başına
ekledim. Bu karede Vuslat bir kızın
dudaklarından öperken diğer eliyle başka bir kızın kalçasını yoklamakla
meşguldü.
Yüzümü buruşturdum. Bu kızlarda gurur denen bir şey yok
muydu böyle?
Gazete de yayınlanacak olan haberi gazeteye mail olarak
attıktan sonra, resmi sitemize girerek çektiğim bütün fotoğrafları ve haberi
siteye ekledim. Fotoğrafların hepsine “Tükenmez Kalem” imzasını atmayı
unutmamıştım. Koca bir sırıtma eşliğinde yeniden arkama yaslandım ve keyif kahvemi
elime aldım. Ne de olsa yalancı bir kralı tahttan indirmiştim…
***
Arabamı park edip indim ve kafeye doğru yürümeye
başladım. Henüz öğlen bile olmamıştı ama
haberim sabah bültenlerine dahi konu olmuştu. Vuslat’ın bu saate ayılıp
ayılmadığını merak ettim. Ayılmışsa eğer, haberimi görmüş olmalıydı. Yüzünün
alacağı şekli merak ediyordum.
İçeri girince her zaman oturduğum masanın boş olduğunu
görerek daha da keyiflendim. Evet, bugün güzel geçecekti.
“Selam Esra” diyerek selamladım kafenin sahibini, her gün
burada olduğumdan artık neredeyse arkadaş olmuştuk. Tabii o da beni herkes gibi
bir bankanın çalışanı olarak tanıyordu.
Esra kahvaltımı ve kahvemi servis ederken gülümsedim.
“Teşekkür ederim, her zamanki gibi
harika görünüyor,” Bana sıcak gülümsemesiyle karşılık verdi “Afiyet olsun Zeynep”
Dalmış bir şekilde kahvaltımı ediyordum. Daha doğrusu birkaç
saat içinde haber tamamen yayıldığında gelecek olan mailleri hayal ediyordum.
Eh, bir tane de Vuslat’dan bekliyordum tabiî ki…
Ve sanırım çok düşünmekten kafayı yiyordum çünkü Kaya Vuslat’ın
sesini duyduğumu zannetmiştim. Kaşlarımı çatarak etrafa baktım. Tabiî ki burada
yoktu. Kafamı iki yana sallayıp yeniden kahvaltıma dönmek üzereyken bu kez net
bir şekilde onun sesini duydum.
“Hayır, hangi Allah’ın cezası haberden bahsettiğini
bilmiyorum, bildiğim tek şey kafamın patlamak üzere olduğu.”
Gözlerimi şaşkınca açarak tek tük masaların dolu olduğu
kafenin girişindeki Vuslat’a baktım. Yok artık! Gerçekten de oydu!
Yutkundum ve dışarı baktım. Ah, o heyecanla fark etmemiştim
ama dün Vuslat’ı kızlarla görüntülediğim sokağın biraz üzerindeydi bu kafe.
Neden olduğu hakkında bir fikrim yoktu ama bir kez daha
yutkunma gereği hissettim ve başımı mümkün olduğunca kıpırdatmadan, gözlerimle Vuslat’ı
takip etmeye başladım.
Tam karşımdaki masaya yüzü bana dönük bir şekilde oturdu ve
serbest kolunun dirseğini masaya dayayıp başını eline dayadı. “Agh! Allah
kahretsin!” diye mırıldandı. Bir süre sadece dinledi ve aniden başını kaldırdı.
Geçen her saniye gözleri daha fazla büyüyor gibiydi. “Ciddi olmazsın,”
dediğinde tek kaşımı kaldırdım. Galiba benim haberimi konuşuyorlardı. Her kimle
konuşuyorsa…
Elini kaldırıp garsonu çağırarak o an için beklemediğim bir
nezaketle gazete istedi ve yeniden telefonuna döndü. “Hayır, hayır. Hiçbir şey
hatırlamıyorum. Yani neredeyse hiçbir şey…” Gazeteyi, kendisine yapışkan bir
gülümseme ile bakan garson kızdan alırken bir an için sustu ve telefondaki
arkadaşına bir süre beklemesini söyledi.
Dedikodu ekini gazeteden çıkarışını izledim. Bir süre bir
noktaya sabit gözlerle baktı. Onun fotoğraf olduğunu tahmin edebiliyordum.
Gözlerinde bir an için beliren öfke bedenimden bir ürperti geçmesine ve bu da
kendime kızmama sebep oldu.
Haberi okumaya devam ederken dişlerini sıktığını çenesinde
atan kastan anlayabiliyordum. Bir an için gizlice izleme halimi unutup ona
gözlerimi dikmiş olduğumu fark ettim ve hemen kendimi toparlayıp onu kontrol
ettim pek de fark etmiş gibi görünmüyordu.
Telefonu sinirli bir şekilde eline aldı ve etrafındakilerin
duymaması için dişlerini sıkarak konuştu. Gazeteyi elinde buruşturmuştu ve hala
sıkıyordu. “Allah kahretsin! Bu Tükenmez Kalem denen kadın ne halt etmiş
böyle?” Bir süre dinledi. “Evet, evet biliyorum. Dışarıdayım şu an”
Sessizlik.
“Hayır, şu koluma taktığınız kızların birin evinde kendime
geldim. Fotoğrafları görmedin mi sanki? Şu an bir kafedeyim. Beş dakika
öncesine kadar evin adresini hatırlamak bile son derece ıstırap vericiydi.” Eh,
o kadar içmemesi gerektiğini öğreniyordu. Sonra birden hiddetlendi.
“Gerçekten mi? Bu kadar çabuk mu? Kahretsin ya! Kahretsin! Şu
kendine Tükenmez Kalem diyen sürtüğün ben var ya…”
Sürtük mü? İşte bu kez de sinirden dişlerini sıkan bendim.
Gözlerimden alevler fışkırabilirdi. Sürtük,
onun dün gece yattığı kızlara verilen isimdi, bana değil.
Bay kendini beğenmiş konuşmasını sürdürdü.
“Evet, o kaltağa güzel bir ders vermek gerek”
Kaltak? Sürtük? Başka?
Dayanamadım ve konuşmaya atladım.
“Sözlerinize dikkat eder misiniz? Karşınızda bir kadının
oturduğunun farkında değilsiniz sanırım.” Dişlerimi öyle sıkıyordum ki çenem
ağrımıştı.
Vuslat olacak kalın kafalı,
koca kafasını kaldırıp çatık kaşlarla bana baktı. Sabit bakışını
üzerimde hissetmek beni rahatsız etmişti. Bir süre sonra ifadesinin yumuşadığını
görmekse beni bir o kadar şaşırttı.
“Haklısınız” dedi ve iç çektikten sonra başını iki yana
sallayıp bana baktı. “Çok özür dilerim, aslında böyle bir adam değilim ama bu
gün olmaması gereken çok fazla şey oldu. Biraz gerginim”
Sözlerinin yumuşaklığı beni yumuşatacak değildi. Ben onun
gerçek yüzünü görmüştüm. Öyle değil mi?
“Gazeteyi gördüm” dedim acımasız bir yüz ifadesiyle.
“Yazılanları hak ettiğinizi düşünüyorum” Güzel mavi gözlerinin o an karardığına
yemin edebilirdim. Güzel mi? Tamam, onu
söyleyen ben değildim.
“Hanımefendi şu gazetede gördükleriniz, sarhoş bir adamın
talihsizliğinden başka bir şey değil. Bu kendini gazeteci sanan kadın da eline
geçen fırsattan öyle bir yararlanmış ki…”
“O zaman ona o fırsatı vermeseydiniz”
O an sustu ve derin bir nefes vererek arkasına yaslandı.
Sabit gözlerini gözlerimde tutuyordu. Ben de pes etmeden ona bakıyordum ama
nedensiz bir şekilde kendimi huzursuz hissetmeye başlamıştım.
“Sanırım bana inanmayacaksınız ama ne kadar klasik olsa da…
Arkadaş kurbanıyım” Elimde olmadan gülerek ben de arkama yaslandım. “Eminim
öylesinizdir.”
Hafifçe öne doğru eğildi. “Öyleyim.”
İçimdeki rahatsızlık hissinin arttığını hissedince ani bir
kararla masaya tahmini olarak kahvaltının asıl ücretinden daha fazlasını koyup
sırt çantama uzandım. Evet, sırt çantası. İçinde yalnızca cüzdanım ve fotoğraf
makinemi taşırdım. Ve tamam, ben kot pantolon -
tişört kızlarından biriydim.
Dışarı çıkmadan önce Vuslat’a son ve alaycı bir bakış atıp
arabama yürüme başladım, arkamda hızlanan ayak sesleri duyunca kafamı çevirip
bakma gereği hissettim, Vuslat peşimden mi eliyordu? Neden?
Olduğum yerde durup topuklarımın üzerinde dönerek Vuslat’la
yüz yüze geldim. “Siz beni mi takip ediyorsunuz?” Utanmazca kafasını onaylar
anlamda salladı. “Neden?”
“Çünkü bana inanmadınız.”
“İnanmak zorunda değilim.”
“Değilseniz dahi ben inanmanızı istiyorum.”
Suratımda bir anda anlamayan ve şapşal bir ifade belirdiğini
fark ettim. Bundan memnun bir şekilde gülümsediğinde hızla kendimi
toparlamadım.
“Neden hiç tanımadığınız birini ikna etmeye çalışıyorsunuz?”
Bir anda yılgın bir nefes verdi ve omuzları düştü. “Bilmem…
En iyi arkadaşım dahi biraz önce bana destek olmak yerine kendi kabahatini bana
yüklemeyi seçince bana inanacak birine ihtiyaç duymuş olabilirim.”
Omuz silkti.
“Garip değil mi?”
Başımı salladım “Fazlasıyla.” ve arkamı dönüp arabama yürümeye
devam ettim. “İyi günler Kaya Bey.”
Arkamdan seslendiğini duyduğumda arabama biniyordum. “Pekiyi
bir gün olacağını zannetmiyorum ama size de iyi günler, adını bilmediğim güzel
bayan.”
Bir an için olduğum yerde kaldım ama hemen sonra aldırmaz
bir şekilde omuz silkip arabamı çalıştırarak Vuslat’ı olduğu yerde bıraktım.
***
Yatağım da gerinerek huzursuz uykumdan uyandım. Haberi
yayınlamamdan iki gün sonra Vuslat hakkında, onun için hiç de iyi olmayan
haberler almıştım. Zirve Yapım’la olan anlaşmasının feshedildiğinden bahsediliyordu.
Doğru olabilir miydi? Tamam, Zirve Yapım elbette tepki
verecekti ancak sözleşmeyi feshetmek ağır değil miydi? İstediğim bu değildi.
Sadece yalancı bir karakteri yok etmek ve insanlara gerçeği göstermek
istemiştim.
İşin kötü yanı ise duyduğum suçluluk hissiydi. Dün onunla
yaşadığım küçük diyalog yüzünden mi böyle hissediyordum? Başımı iki yana
sallayıp hemen başucumda duran dizüstü elime alarak sırtımı başlığa yaslarken
açtım. Bilgisayar açılır açılmaz maillerimi açtım. Gazeteden ve birkaç
gazeteciden gelen mailleri es geçtikten sonra beklediğim mailin geldiğini
gördüm. k.vuslat@hotmail..com hemen maili
açtım ve bir an için duraksadım. Sadece iki cümle mi?
“Bazen tanımadığınız
insanların doğru zannettiği yanlışlar hayatımızı mahvedebiliyor. Tebrikler! Vuslat’ı
mahvederek kazandınız, kutlayabilirsiniz.”
Ekrana bakarak bir süre durakladım. Neden suçlu
hissediyordum ki? Ben sadece gördüklerimi ve doğruları yazmıştım. Cevapla
seçeneğine tıkladım.
“Ne kadar inkar
etseniz de sizi mahveden, bir duygu sömürüsünden ibaret değilse tabiî ki, kendi
yalanlarınız ve zamparalığınızdır.”
Bu kadar. Daha fazlasını yazmak istememiştim.
Yataktan çıkarak hızlı bir duş alıp üzerime beyaz, atlet
tarzında bir badi ile keten, krem renkli bir pantolon giyerek kahvaltı için
kafeye gitmek için dışarı çıktım. Tamam, berbat bir aşçıydım, ne olmuş yani? Bu
gün hava güzeldi. Yürüyecektim.
Kafeye girdiğimde derin düşüncelere dalmış bir halde masama
oturmuştum ki, tam karşımda yani dün oturduğu yerde oturmuş kahve içen Vuslat’ı
görüp gözlerimi kırpıştırdım. Yorgun görünüyordu, epey yorgun.
Hayır, Zeynep. Suçlu hissetmek yok.
Beni görünce dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı.
Hey. Bunun beni heyecanlandırmaması gerekiyordu. Ayağa kalkıp bana doğru gelmeye başladığında
ise neredeyse gözlerim yuvalarından fırlayacaktı. Ne yapıyordu böyle?
“Merhaba Zeynep, seni bekliyordum. Oturabilir miyim?”
Bir kez daha gözlerimi kırpıştırdım. Beni mi bekliyordu? Zeynep
ve ‘Sen’ mi demişti? Farkında olmadan kafamı olumlu anlamda salladım ve bana
teşekkür ederek oturmasını seyrettim.
Şaşkınlığım karşısında yine gülümsedi. “Anladığım kadarıyla
şaşkınsın? Yani, en azından ben, ani samimiyetime kızgın olmandansa şaşkınlığı
tercih ederim” dedi ve olması gerekenden çok daha fazla şirin bir şekilde
ensesini kaşıdı.
Kendine gel Zeynep!
Boğazımı temizledikten sonra cevap verdim. “Şaşkınlık
diyelim. Ama hala anlayamadım”
Gülümsedi.
Yine.
“Şey… Dün akşamüzeri yine buraya geldim ve kafe sahibine
seni sordum. Çok ısrar ettiğimde adının Zeynep olduğunu ve her sabah buraya
geldiğini söyledi. Bu arada neden ısrar ettiğimi ya da neden şu an burada
olduğumu sorma çünkü cevabı ben de bilmiyorum.”
Bu ana kadar onu neredeyse ağzım açık bir şekilde izliyordum
ama son cümleyi henüz kurmamıştı.
“Sadece... Sanırım fazlasıyla güzel olduğun için. Seni
yeniden görmek isteyeceğim kadar güzel”
Birden suratımdaki şaşkın ifade kırılırken yerini asabi bir
ifade aldı. Yüzümdeki değişimi izlerken suratını buruşturmuştu. Hah! Zampara Vuslat’ın
yeni avı ben miydim? Çantama uzandım ve hızla ayağa kalktım.
“Üzgünüm Kaya Bey ama bu geceki eğlenceniz olmaya hiç
niyetim yok.”
Ben bir hışımla kapıya doğru giderken arkamdan geldiğini
duydum. Ben aldırmadan yürümeye devam ederken o ise bir yandan peşimden gelip
diğer yandan konuşuyordu.
“Hayır, hayır. Yanlış anladın. Bak… Dün gazetede çıkan şu
lanet haberi gördüğünü söylemiştin. Sen de nasıl bir izlenim yarattığını tahmin
edebiliyorum ama ben gerçekten öyle bir adam değilim. En azından tanımak
isteyebileceğin birisiyim. ”
Arkamı dönmeden yürümeye devam ederken cevap verdim.
“Ne yani, haber yalan ve fotoğraflarda montaj mı? Üzgünüm
ama buna hiç inanasım gelmiyor” dedim alaycı bir tonda. ‘O fotoğrafları çeken
bendim aptal,” dememek için kendimi zor tutuyordum.
Derin bir iç çektiğini duydum
“Hayır, öyle söyleyemem ama bak… Allah’ın belası bir arkadaş
grubum var. Daha doğrusu ben onların arkadaşım olduğunu zannediyordum. Her
neyse. O gece fazlasıyla içtik ve onlar kendilerince bana bir sürpriz yapıp
beni kolumda üç kızla eve postalamışlar. Anlıyor musun? Çakır keyiftim, ne
yaptığımın farkında bile değildim. ”
“Peki, kız arkadaşına ne demeli? Hoş Tükenmez Kalem onun da
uyduruk olduğunu yazmıştı değil mi?”
Bir iç çekiş daha.
“Tamam. O konu da haklıydı.”
Aniden durdum ve ona dönüp tek kaşımı kaldırdım.
Omuz silkti.
“Şirketle bir anlaşmam vardı. Onlar yapmamı söyledi ve
bilirsin, yapmak zorundaydım. Her ne kadar bunu yapmaktan nefret etsem de”
Bir süre yol ortasında öylece birbirimize baktık. Ben cevap
vermeden önce yine o konuştu.
“Hadi ama Zeynep… Aniden yapayalnız kaldım. Şu an işsiz ve
yalnız bir adamım, en azından arkadaşlığını bana veremez misin?”
Yine o garip suçluluk duygusu bedenimi kapladı.
“Yani… O haberler doğru mu? Zirve’nin sözleşmeyi
feshettiğine dair olanlar.”
Başını evet anlamda salladı. Yine yutkundum.
“Benimle bir yere kadar gelir misin? Söz veriyorum sadece
konuşacağız. Gerçekten konuşmak için birine ihtiyacım var ve garip bir şekilde
sana çekiliyorum. Gözlerinin ne kadar büyüleyici olduğu hakkında bir fikrin var
mı?”
Konuya bir anda ve çok hızlı girmişti. Üstelik bayat bir
iltifatla! Kim bilir daha önce kaç kızı böyle kandırmıştı. Tam bu ucuz
numaralara kanmayacağımı söyleyecekken aklımı okumuş gibi yeniden konuştu.
“Hayır, hayır. Yemin ederim daha önce hiçbir kıza böyle bir
şey söylemedim. Çünkü daha önce büyüleyici, bir çift iri çikolata kahvesi göz
görmedim”
Tatlı tatlı gülümsedi.
“Tek istediğim dertleşmek.”
İç çektim. Neden kısaca bir ‘hayır’la arkamı dönüp
gidemiyordum ki?
“Pekala. Sanırım iki boş saatim var.”
***
“Burası gerçek mi?” diye mırıldandım arabadan inerken. Yol
neredeyse bir saat sürmüştü ve ben gittikçe gerilmiştim ancak şu an içinde
bulunduğumuz, mis gibi çiçek kokularıyla bezenmiş yeşil cennet aklımı başımdan
almıştı.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
“Cennette miyim?”
Gönülsüzce kıkırdadığını duydum. “Buraya ilk geldiğim de ben
de öyle düşünmüştüm. 5 yıl önce. Sadece 21 yaşındaydım”
Hmm… Demek ki benden 3 yaş büyüktü. Gülümsedi ve biraz
ilerletip çayıra oturdu. Bana baktığında ben de ona yaklaşıp iki adım kadar
uzağına oturdum.
“Dün neler oldu?”
Konuya pat diye girmiştim belki ama bir gazeteci olarak daha
fazla merakımı bastıramamıştım. Birinci ağızdan bilgi her zaman beni cezp
etmişti.
Yılgın bir şekilde güldü.
“Hikayenin başını biliyorsun zaten. Kızlarla eve gittikten
sonra, sanırım içeri girer girmez sızmıştım. Sabah uyandığımda kızlar
fazlasıyla mız mız ve talep kardı.
Ellerinden zor kurtuldum”
Gönülsüz gülümsemesi biraz daha büyüdü. Bense elimden
olmadan gülümsedim. Ama bir yandan da huzursuz olmuştum. O kızlarla gerçekten
yatmamış mıydı?
Ups. Sanırım bunu sesli söylemiştim.
“Tabiî ki hayır, Zeynep. Sana söyledim, gerçekten öyle bir
adam değilim. Yani tek kız olsaydı belki ama...”
Farkında olmadan suratımı buruşturduğumda gülümsedi. “Pür-i
pak olmasam da o adam da değilim.”
“Şirketin için yalan bir ilişki yaşıyorsun ama..” diyerek
misilleme yaptım.
Omuz silkti. “Her
zaman kendi kararlarımızı kendimiz veremiyoruz.”
Başka yöne bakma gereği hissettim. Ne kadar saçma bir
dünyaydı bu böyle. Koskoca insanlar evcilik oynuyorlardı.
Eh, garip.
“Her neyse… Zirve gerçekten anlaşmayı feshedecek kadar kızdı
yani?”
“Imm.. aslında tam olarak sayılmaz. Biraz tartışmış
olabiliriz.”
“Neden?”
“Sahip olduğum hayatı, daha doğrusu birilerinin bana hükmetmesini
sevmediğimi anlamakta biraz geç kaldım diyelim.”
“O zaman yazı senin için daha iyi oldu? En azından istemediğin
bir hayattan kurtuldun. Ne dersin?”
Başını iki yana salladı.
“Bu şekilde olmaması gerekiyordu. Şu an ben düşüşteki adamı
oynuyorum, pek çok şirket en azından bir süre benden uzak duracaktır. En
basitinden Zirve yoluma taş koyacak”
Yine o isteksiz gülümsemesini takındı.
“Ama merak etme aç kalmam. Önce kazandığım parayı harcarım,
sonra da zengin ve yaşlı bir kadın bulup evlenirim.”
İster istemez kıkırdadım.
“Eminim yolunu gözleyen pek çoğu vardır.”
İç çekti.
“Aslında ilgilenmiyorum.”
Yüzünde yaramaz bir ifade belirdi. “Hiç birinin gözleri yeterince
büyüleyici değil.”
Gereksiz bir şekilde kızardım ve aptal bir gülümseme ile
başımı eğdim.
***
Huzursuzluk.
Kaya’yla görüşmeye başladığımdan beri huzursuzluk yakamı
bırakmamıştı. Evet, artık ben de ona adıyla hitap edecek kadar yakın hissediyordum.
Yaklaşık iki buçuk haftadır neredeyse her gün görüşmüştük.
Söylediği gibi Zirve yoluna taş koymuş, daha önce kendisine
gelen senaryolara tekrar döndüğünde onu kibarca başlarından atmışlardı ve işin
acı tarafı hepsinin sorumlusu Tükenmez Kalem’di. Yani ben.
Kaya’dan mailime gelen cevap ise ayrı bir yerden kafamı
kurcalıyordu.
“Sadece yazındaki tek
bir cümleye yanıt vermek istiyorum. Duygularının karşılıklı olduğunu bilmen
gerek. Ben de ‘Senden nefret ediyorum’. Ve hayatımın geri kalanı boyunca adını
duymamayı diliyorum, Hoşça kal.”
Evet, son mail bundan ibaretti ve cevap verememiştim.
Tanrım! Midemin ağrıdığını hissediyordum. Kaya’ya bunu söylemem gerekiyordu
öyle değil mi? Eğer arkadaş olacaksak… Ah, kimi kandırıyordum ki? İkimiz de,
görüşmeye devam edersek arkadaşlıktan öteye gideceğimizi gayet iyi biliyorduk.
Aramızda gerçekten garip bir çekim vardı.
Derin bir nefes alıp kendime gelmeye çalıştım. Beynim
patlayacak gibiydi.
Aslında tek yapmam gereken Kaya’ya gerçeği söylemekti. Ve o
da bir daha asla beni aramazdı.
Allah Kahretsin!
Ben onu hayatımdan çıkarmak istemiyordum ki. Onu tanıdığım şu birkaç gün içinde etrafımda
oluşunu sevmiştim.
Küçük bir özür yazısıyla hatamı telafi etmeyi düşünmemiş
değildim ama nedense bir türlü bunu yapamıyordum. Kaya’nın bu nedensiz hamleyi
araştırmak istemesinden çekiniyordum.
Salondaki kanepemde düşünceler içinde kıvranmaya devam
ederken kapımın çaldığını duydum. İç çekerek doğruldum ve elimi saçlarıma geçirip
yüzüme dökülen saçlarımı arkaya atarken kapıyı açtım.
Kaya yüzünde her zamanki iç açıcı gülümsemesi, üzerinde
siyah bir tişört ve kot pantolonla karşımda duruyordu. Az önce içimi karartan
tüm o duyguların bir anda tuzla buz olduğunu hissettim. Yalnızca midemde uçuşan
kelebekleri hissediyordum.
“Selam” dedi gülümsemeye devam ederken. “Selam, gelsene”
İçeri girip eve şöyle bir göz attı. Evime ilk kez geliyordu.
Her zaman dışarı da görüşmüştük. İçeri doğru yürümeye devam ederken dikkatli
bir şekilde evi incelemesine güldüm.
“Evimi beğendin mi?”
Güldü ve bana döndü. “İçinde sen olduğuna göre, buradan daha
güzel bir yer düşünemiyorum.”
Kızardım ve kızdım.
“Kes şunu. Ben bu kadar kolay kızaran biri değildim. Seninle
tanışana kadar tabii.. Kendimi küçük bir ahmak gibi hissediyorum.”
Keyifli bir kahkaha atıp kendini, az önce üzerinde
kıvrandığım koltuğa bıraktı.
“Bence fazlasıyla şirin görünüyorsun. Otursana” dedi
yanındaki boşluğa vurarak. Gülümseyerek gidip yanına oturdum. Bir süre
neredeyse her gün yaptığımız muhabbeti yaptık.
Hala iş konusunda herhangi bir gelişme yoktu ve o da her
şeyi oluruna bırakmıştı.
“Uğraşmaktan sıkıldım. Biraz da akışına bırakıp neler
olacağını görelim öyle değil mi?” Gülümserken işaret parmağıyla hafifçe burnumun
ucuna vurdu. Suratımı buruşturup burnumu kaşıdım.
“Yapma!” Sırıtarak yeniden aynı şeyi yapınca bu kez eline
vurdum. “Ciddiyim. Bundan hoşlanmıyorum.” İnanmaz bir şekilde gülümseyip bana
biraz daha yaklaştı ve bana doğru eğildi. “Hoşlanmıyorsan yapmam.”
Tatlı nefesi aralık dudaklarımdan içeri süzülüp başımı
hafifçe döndürene kadar yüzümdeki gülümseme sabitti. Ama sonra silinip yerini
aptal bir ifadeye bıraktı.
Bir süre öylece bana bakıp yeniden arkasına yaslandığında
belli belirsiz bir hayal kırıklığı yaşadım. Ne yani? Beni öpmesini mi
istiyordum?
Boğazımı temizleyip ben de arkama yaslandım. Hayal
kırıklığımın yüzümden yansımamasını umuyordum ama yüzündeki sırıtışa bakılırsa
gayet belliydi. O an midesine bir yumruk atmak istedim.
Biraz daha yanıma yaklaştı, kollarımız ve dizlerimiz
birbirine değiyordu. Bense sabit bir ifade ile karşıya bakıyordum.
“Neden kızdın şimdi?” diye sordu hafif alaycı, hafif ciddi
bir tavırla. Güzel soru. Neden kızmıştım şimdi?
Omuz silktim “Kızdığımı nereden çıkardın?”
“Bana bakmıyorsun”
“Duvardaki tablo daha çekici” diyerek cevabı yapıştırdım.
Aynı anda çenemi başparmağı ve işaret parmağı arasına aldığını hissetim ve
başım iradem dışında Kaya’ya doğru döndü.
Gözlerindeki yoğunluk bir an için kalbimin teklemesine neden
oldu. “Neden kızdın?” diye sordu yine. Ama sesi bu kez sırtımdan aşağıya bir
ürperti indirecek kadar yumuşaktı ve gözleri gözlerimi delip geçmekle meşguldü.
Beni nasıl bu kadar etkileyebiliyordu?
Cevap vermedim. Zaten o da bana doğru eğilmeye devam ederken
cevap bekliyor gibi görünmüyordu. Başım dönmeye başlamıştı, nefesimi tutuğum
için mi? En sonunda aramızdaki dağlar kadar görünen ufacık mesafe kapandığında
dudakları dudaklarıma hafifçe değdi.
Sanırım eriyordum, vücudumun bir süngere dönüştüğünü
hissediyordum. O dudaklarını yumuşakça yeniden dudaklarıma bastırırken hala
çenemi tutmakta olan elini sıkıca tuttum ve nihayet ben de onu öptüm.
Tanrım! Dudakları sıcak ve yumuşacıktı. Elimde olmadan
kendimi ona biraz daha yaklaştırıp kollarımı boynuna doladım ve belime sardığı
koluyla beni kendine daha fazla çekmesine izin verdim. Sert göğsünün sıcaklığı
muhteşemdi.
Bir süre sonra beni bıraktığında alnını anlıma dayadı.
İkimizde nefeslerimizi kontrol etmeye çalışırken ne o beni bırakmıştı ne de ben
onu.
Bir süre sonra hafifçe geri çekilip yüzüme düşen bir tutam
saçı geri itti. “Huh!”
Gülümsedim. “Repliğimi çaldın.”
Benden biraz daha uzaklaşıp dikkatle yüzüme baktı
“Artık itiraf etme zamanı. Senden çok, çok fazla
hoşlanıyorum ve her ne kadar keyif alsam da yalnızca arkadaşlığın benim için
yeterli değil. Sevgilim olmanı istiyorum.”
Yaramaz bir edayla parlayan gözlerine bakıp güldüm.
“Arkadaşlığım yetersiz mi yani?”
Kaşlarını çattı ama hemen ardından güldü. “Evet, aynen öyle”
“Hmm… Bilemiyorum. Bu konuyu düşüneceğim ve seni de diğer
adaylarla birlikte değerlendireceğim”
Bir anlığına gözleri karardı.
“Kimmiş o adaylar?”
İşaret parmağımı büzmüş olduğum dudaklarıma bastırıp bir
süre düşündüm ve sonra parlak bir şekilde gülümseyen bir yüzle ona baktım.
“Kıvanç Tatlıtuğ, Kenan İmirzalıoğlu, Çağata…” derken
dudaklarını yeniden dudaklarıma bastırarak beni susturdu. Öpüşünün altından
güldüm. O geri çekilirken sırıtmaya devam ediyorum.
“Doğru söyle” dedi bir an sonra. “Yoksa bugünlerin
istenmeyen adamıyla olmak mı istemiyorsun?”
Koluna vurdum. “Saçmalama.
Teklifini kabul etmediğimi nereden çıkardın ki sen?”
Yeniden sırıttı. “Yani kabul ediyorsun.” Yüzünün aldığı
şekle gülümsedim. “Bir deneyelim bakalım” dedim ukala bir tavırla. Aniden ayağa
kalkıp beni kucağına almasıyla çığlığı bastım o an…
“Ne yapıyorsun deli?” dedim gülerek. Burnumun ucunu öptü ve
kıkırdadı. “Sevinç gösterisi…”
Kahkaha atarak boynuna sokuldum. “Ben de senden
hoşlanıyorum”
Harika değil mi? Hayatını mahvettiğim ve tüm dünyaya zampara
olduğunu ilan ettiğim adama aşık oluyordum. Bu işin içinden nasıl çıkacağım
konusunda ise tek bir fikrim yoktu.
***
“Hayır, pembe olmaz” diyen ve elimdeki nevresimi çekmeye
çalışan Kaya’ya kaşlarımı çattım ve ben de nevresime asıldım.
“Sana ne? Bu benim yatağım. Ver şunu” diye çıkıştım.
Kaşlarını çattı. “Pembe manyağı olmayan bir kız arkadaşım olduğu için son
derece memnundum. Bence olduğun gibi kalmalısın”
Kaya’yla yaklaşık iki aydır çıkıyorduk. Hala Tükenmez Kalem
olduğumu bilmiyordu ve hala işsizdi. Tek değişiklik ona âşık olmuş olmamdı. Ve
her geçen gün büyüyen bir vicdan azabım vardı.
Bugün böyle saçmalamamızın nedeni ise bir alışveriş
merkezinde Kaya’nın eski bir kız arkadaşıyla karşılaşmış olmamız ve kızın bana “erkek
gibi” demesi üzerine bende oluşan kompleksti. Kız kot pantolonuma ve tişörtüme
alaycı bakışlar attıktan sonra Kaya’ya dönüp “Erkeklerden mi hoşlanmaya
başladın?” demişti.
Tamam, belki takmamam gerekirdi ama ben böyle biriydim işte.
İşe pembe renk kullanarak başlamaya karar vermiştim.
“Artık pembe manyağı olmak istiyorum. Versene sen şunu”
dedim ve nevresimi biraz daha çekmeye çalıştım. Ama hayran olduğum kaslı bedeni
karşısında tabiî ki hiç şansım yoktu.
“Zeynep, saçmalıyorsun. Selin kokoşun tekidir. Neden onu dikkate
alıyorsun ki?”
Nevresimi aniden
çekti ve ben de bir anda kendimi Kaya’nın kolları arasında buldum.
“Neden o kokoşla çıktın o zaman?” diye sordum. Sesim mız mız
bir çocuk gibi çıkmıştı ama buna engel olamamıştım.
Omuz silkti.
“Ergenlik işte”
Gülmemek için dudaklarımı büzdüm. O ise ısrarla devam etti.
“Hormonlarım tavan yapmıştı.”
Kıkırdadım.
“Çok kötüsün”
O da benimle birlikte güldükten sonra dudaklarını anlıma
bastırdı beni iyice kendine yasladı.
“Asla değişme Zeynep, ben seni böyle sevdim ve böyle sevmeye
devam edeceğim”
Aniden sırtımı dikleştirdim ve ondan hafifçe uzaklaşıp
yüzüne baktım. “Ne dedin sen?”
Yumuşak bir şekilde gülümsedi. “Seni seviyorum”
Gözlerimi kırpıştırdım ve başım dönmeye başlayana kadar
nefes almam gerektiğini hatırlayamadım. Kendime geldiğimde ise yanaklarım
kızarırken gülümsedim.
“Ben de seni seviyorum” diye fısıldadım. Sesimi ben bile zor
duymuştum.
“Efendim?” dedi bana doğru eğilerek. Güldüm ve sesimi biraz
daha yükselttim “Ben de seni seviyorum” Genişçe sırıttı. “Anlayamadım?”
“BEN DE SENİ SEVİYORUM”
Kahkaha attı ve beni sıkıca kendine çekip dudaklarıma yapıştı. Kollarımı boynuna dolarken bir an için aklıma
bir buçuk ay önce birbirimize iki ayrı yazı da yazdığımız o cümle geldi
“Senden nefret
ediyorum.”
Gözlerimi kapattım ve Kaya’ya daha sıkı sarıldım.
***
~
“Hayır, bunu o şekilde görme” diyerek yalvardım Kaya’ya.
“Bak, biliyorum ben hata yaptım ama… ”
Sözümü kesiti. Gözleri hiç görmediğim kadar korkunç ve
öfkeli görünüyordu.
“Hey Allah’ım! Haftalardır işsiz bir adam olarak kendimi ne
kadar gereksiz hissettiğimi, yaşadığım tüm stresi sana anlattım. Sana. Her
şeyin sebebi olan kadına! Resmen alay eder gibi beni teselli ettin”
Başımı iki yana salladım ve gözyaşlarının bulanıklaştırdığı
görüşümü netleştirmek için gözlerimi kırpıştırdım. “Hayır, Ben söylemek
istedim, gerçekten… ”
“Evet, evet. Eminim
söylemek istedin! Ama karşındaki adam o
kadar zavallıydı ki yapamadın? Doğru mu tahmin ediyorum?”
Sözleri karşısında biri kalbimi elleri arasında eziyormuş
gibi hissettim. Soluk soluğa kalmıştım. Çaresizce bir kez daha açıklamaya
çalıştım.
“Kaya neden böyle düşünmek istiyorsun? Lütfen… Bak beni
dinlersen…”
Yeniden sözümü kesti.
“Seni dinlemek mi? Hiç sanmıyorum.”
Sözlerini bitirir bitirmez arkasını dönüp kapıya doğru
yürümeye başladı. Telaşla peşinden koşarak koluna yapıştım. “Kaya, Lütfen! Ben
seni gerçekten çok seviyorum”
Döndü ve kolunu silkeleyerek elimden kurtardıktan sonra bana
doğru eğilerek gözlerime baktı. “Ama ben,” Gözlerini kapatıp derin bir nefes
aldı. “Senden nefret ediyorum.”
Ve çıkıp gitti.
~
“Zeynep… Zeynep?”
Adımı söyleyen yumuşak sese tepki vererek nefes nefese
gözlerimi açtım. Bir an için karanlık karşısında afallasam da beni uyandırmaya
çalışan Kaya’yı fark etmem uzun zaman almamıştı.
Derin bir nefes aldım. Tanrım! Koltukta uyuyakalmıştım ve bu
çok şükür ki berbat bir kabustu. Gerçekleşmesinden korktuğum bir kabus.
“İyi misin birtanem?” diye soran Kaya’ya baktım. Endişeli
görünüyordu. Başımı salladım.
“Sadece bir kabus gördüm. Önemli değil.”
Kaşlarını çattı. “Adımı sayıkladın ve ağladın Zeynep. Nasıl
bir kabustu bu böyle?”
“Sadece…” dedim ve birden hıçkırarak ağlamaya başladım.
Neredeyse üç aydır birlikte olduğum adamdan böyle bir şeyi saklamaktan nefret
ediyordum ve kendimi tutacak gücüm kalmamıştı.
Kaya’nın yüzü daha da endişeli bir hal alırken yanıma oturdu
ve beni de kendine çekti. Ona sıkıca sarılıp kokusunu içime çekerek ağlamaya
devam ettim. O saçlarımı okşayıp beni teselli etmeye çalıştıkça kendimi daha
kötü hissediyordum.
Nihayet kendimi toparlayıp gözyaşlarımı durdurabildiğim de
derin bir nefes alıp Kaya’yı bıraktım.
“Üzgünüm,” diye mırıldandım yutkunurken “Saçmalıyorum.”
Beni tekrar kucağına çekip dudaklarını hafifçe dudaklarıma
bastırdı. Geri çekildiğinde mavi gözlerinin tüm gücünü üzerime saldı. “Sorun ne
Zeynep? Benden gizlediğin şey ne?”
Ondan bir şey sakladığımı inkar etmek istemedim. Artık yalan
söylemek istemiyordum. Ama daha fazla yüzüne bakamadığım için yüzümü boynuna
gömüp kokusunu içime çektim. “Seni çok seviyorum”
Saçlarımı okşadı.
“Ben de seni seviyorum ama sorumun cevabı bu değil. Bezen
bana gerçekten huzursuz gözlerle baktığını fark ediyordum ve şimdi de bu…
Benden saklamaya çalıştığın şey ne? Neden saklamak istiyorsun?”
Suçluluk hissiyle dişlerimi sıktım.
“Beni bırakmandan korkuyorum,” diye itiraf ettim sonunda.
Derin bir iç çekip bir süre sessizce oturdu. Az sonra o beni kendinden
uzaklaştırmaya çalışınca itiraz edercesine ona sıkıca yapıştım ama gücü
karşısında her zamanki gibi fiziksel mücadelemi kaybettim.
Uzanıp ışıkları açtı ve karşıma oturdu. Parlak ışık karşısında
bir süre gözlerimi kıstım ama Kaya tam karşıma geçerken görüşüm yeniden
netleşmişti.
“Anlat Zeynep.”
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Daha fazla
saklamaya katlanamayacaktım. “Tükenmez Kalem benim,” dedim tek solukta.
Gözlerimi açmadan önce uzun süre bir şey söylemesini
bekledim ama tepki vermeyince korkarak gözlerimi açıp Kaya’ya baktım. Karşımda
oturmuş sabit gözlerle bana bakıyordu.
“Tükenmez Kalem benim,” dedim bir kez daha.
Suratını buruşturdu. “Eğer dalga geçiyorsan…” Hızla sözünü
kestim. Titreyen sesimi görmezlikten geliyordum. “Hayır, Kaya. Dalga
geçmiyorum.”
Bir süre daha sessizce beni izledikten sonra gözlerini
kapatarak yutkundu. “Ama neden?”
Gözümden süzülen bir damla yaşı sildikten ve burnumu
çektikten sonra hızlı hızlı konuşmaya başladım. “Bak… O yazıyı yazdığımda…
Yani… Sizi o gece tesadüfen gördüm ve fotoğrafları çektim. Bir gazetecinin
büyük bir haberi yakalamasıydı ama... Ben senin sevgilin olarak gösterdiğiniz
kızla bir ilişkin olmadığını biliyordum. O akşam gördüğüm kızlarla da kendi
isteğinle orada olduğunu zannediyordum. Anla işte benim gözümde gerçekten
yalancı bir zamparaydın ve sanki o an, Tanrı bunu kanıtlamak için bana yardım
etmiş gibi hissettim… Sadece…” dedim ve daha fazla devam edemedim.
Gözleri kapalıyken saçma da olsa bir şeyler
geveleyebiliyordum ama güzel gözlerini aniden açmış bana bakarken devam
edemiyordum.
“Haberi okuduğumda oradaydın. Benimle alay ettin”
Başımı hızla iki yana salladım ve telaşla karşı çıktım.
“Hayır, yemin ederim. Kaya seni tanıdıkça gerçekten sevdim
ve öyle biri olmadığını öğrendikçe… Aptalın tekiyim, kendimi berbat
hissediyorum”
Derin bir nefes verdi ve parmaklarıyla şakaklarını ovdu.
“Anlamıyorum,” diye fısıldadı.
“Özür dilerim. Seni çok seviyorum” diyerek karşılık verdim.
Bir süre sessizce oturduk ve o aniden ayağa kalkınca aniden yerimden sıçradım.
“Kaya?”
“Hava almaya ihtiyacım var.”
Pantolonunu ve tişörtünü giyişini seyrederken gözlerimden
yaşlar akıyordu.
“Geri gelecek misin?” diye fısıldadım kapıya doğru
yürürken.
Cevap vermeden dışarı çıktı ve kapıyı kapattı.
***
Kaya gideli beş saat olmuştu ve ben hala yatakta cenin
pozisyonu almış bir şekilde yatıyordum. Penceremden süzülen gün ışığı
ağlamaktan şişmiş olan gözlerime batıyordu.
Sadece hava alacağını söylemişti. Ama beş saat olmuştu. Geri
geleceğine dair ise içimde hiç umut yoktu. Bu düşünde gözyaşlarımı yeniden
harekete geçirdi ve gözlerimi sımsıkı yumarak yaşların akmasına izin verdim.
Ellerim bedenimi sıkıca kavramıştı. Koca bir boşluk hissiyle doluydum.
Onu şimdiden deli gibi özlemiştim.
~
Öğlen saatlerinde kapı açıldığında sızlayan gözlerim
heyecanla açıldı. Gerçekten gelmiş miydi? Kapıda duran ve bir süre beni
seyrettikten sonra bana doğru gelen Kaya’ya dikkatle baktım. Gözaltları
uykusuzluktan morarmıştı ve benden iyi görünmüyordu.
Çok uzun süredir kıpırdamadan yattığım için tutulan bedenime
aldırmadan, Kaya’nın gözlerinin içine bakarak hızla ayağa kalktım ve aramızda
bir burun mesafe kalana kadar yanına yaklaştım.
Ama sarılmaya cesaret edemedim.
“Geldin,” diyerek fısıldadım.
“Seni seviyorum,” diyerek cevap verdi.
Kocaman bir hıçkırıkla karışık sevinç nidası attıktan sonra
kendimi kollarına attım ve ona sıkıca sarıldım. Aynı anda o da kollarını
bedenime dolayarak bana sıkıca sarıldı.
Biraz sonra dudaklarını dudaklarıma bastırıp geri çekilmeden
önce uzun uzun öptü ve çekilir çekilmez gözlerini gözlerime dikti.
“Beni gerçekten seviyor musun?” diye sordu.
“Her şeyden çok”
“Peki, bundan sonra benden bir şey gizleyecek misin?”
Başımı hızla iki yana salladım.
“Kıyametin kopacağını bilsem dahi sana her şeyi açıkça,
olduğu gibi anlatacağım.”
“Söz veriyor musun?”
“Binlerce kez”
Gülümsedi ve beni yeniden öptü. Daha sonra da suratı
şiddetli bir hal aldı.
“Senden nefret ediyorum Tükenmez Kalem”
Dondum.
Kaya gülümsedi.
“Seni seviyorum Zeynep Toprak”
Kahkaha atıp oyununa katılmaya çalıştım
“Senden nefret…” bir süre durakladım ve omuz silkip yeniden
kollarına sokuldum “Boş versene. Sana deli divane aşığım Kaya Vuslat.”
Kıkırdadı ve dudaklarını anlıma bastırdı. Bende halimden
memnun bir şekilde ona daha sıkı sarıldım.
10 yorum
Eylül de Ayaz a bayılmışdım ama bu iste de yetenegin olduğunu gösterdin.Yazmaya devam supersin
YanıtlaSilTeşekkür ederim, beğenmene sevindim ama madem beğendin Eylül'de Ayaz da da yorumlarını görmek isterdim...
SilTeşekkürler tekrar :)
Finalde bir düğün fena olmazdı :) Malum evli mutlu cocuklu fikri harika geliyor kulağa ;)
YanıtlaSilHahahaha veee şimdi asıl senin sahalara döndüğünü hissettim hatun :D bu hikayeyi çok seviyorum ben yav :D devam yazmaya hatun durma hiç :D
YanıtlaSilNe ara ayrıldım ki sahalardan hatun? :D
SilHahahaha sen benim için hep sahalardaydın da işte yayınlamaya başladığın an herkes için sahalara çıktın :)
SilBence çok güzeldi aslin bu hikayenin üstünde calisip daha uzun tutabilirsiniz değişik bi konusu var ben çok beğendim şiddetle tavsiye ediyorum ve taleb ediyorum inciiii sende destek ol bana yaaa hadi cigdeme bu hikayeyi uzun uzuncaya bastan yazsin tabi ki eylüde ayazdan sonra harikaydi cnm ellerine salik ;)
YanıtlaSilElime "salik" ise sorun yok :) Bilmem belki bir gün uzun soluklu olur ama onun öncesinde çok fazla hikayem var yarım kalmış ve tamamlanması gereken. :) Beğenmene sevindim, teşekkür ederim :)
SilHikayen çok güzel ve konusu ilginçti :) Çok beğendim.
YanıtlaSilDevamlı yazsan tek bölümlük olmasa diyecektim ama devam eden bir hikayen olduğu için ısrar etmiycem pek :)
Çok sevimlilerdi yalnız.Tükenmez kalem he :D iyimiş :D
Olaylar zeynebin sandığı gibi değilmiş.Kaya beklediğimden sakin ve çok havalı olmayan çıktı :D
Tek bölüm olduğu için o kadar detaylara inmemişsin.İyi olmuş aslında sonuçta bir bölüm için onca detaya pek gerek yok güzel olmuş :)
Aşık olmaları falan çok tatlılardı.Kaya gerçeği öğrendiğinde gitmesi haklıydı ama allahtan barıştılar.Kesinlikle çok tatlılardı :))
Çok güzel olmuş ellerine sağlık.
Teşekkür ederim, beğenmene sevindim :) Bunun uzun soluklu olması biraz zor ki söylediğin gibi hayırlısıyla elimdekini bir bitirseydim. Aksaya topllaya gidiyoruz zaten :)
SilYorumun için teşekkür ederim tekrar :) :)