Şu anki Leyla'mız Melis Birkan, her ne kadar kimi seyirci tarafından yadırgansa da gerçekten hakkını veriyor rolün. Sıkı bir Leyla ile Mecnun takipçisi olarak kendisini hiç bir şekilde sırıttığını düşünmedim. Tek problem dizinin erkeklerinin neredeyse tamamından uzun oluşu, özellikle Mecnun karakterine hayat veren Ali Atay'dan... Karakterler yan yana geldiğinde bu boy mevzusu sırıtır mı yoksa bir çaresine bakarlar mı hepimiz izleyip göreceğiz.
Ama sırf bu yüzden Melis Birkan'a "Leyla olmadı" demek büyük haksızlık. Diziden ayrılan karakterlerden kalmasını istedikleriniz olabilir ama onların ayrılma sebebi Melis Birkan değil. Sırf sizin istediğiniz kişi o rolü oynamıyor diye oyuncunun performansına, tüm ekibin harcadıkları emeklere ya da senariste kızmak haksızlık diye düşünüyorum.
Ve tüm bunlarla birlikte dizinin öyle sağlam bir ekibi var ki... Ali Atay, Serkan Keskin, Ahmet Mümtaz Taylan, Osman Sonant, Cengiz Bozkurt ve ekipteki diğer tüm oyuncular, senarist Burak Aksak, yönetmenler vs. Hepsi gerçekten yaptığı işin hakkını veren insanlar. Mecnun, İsmail abi, hırsız Yavuz, Erdal Bakkal, İskender baba, Aksakallı dede, Az sakallı dede, gotik Leyla vs... Hepsi tek başına diziyi izleme sebebi olabilecek karakterler.
Bu sezona da çok iyi bir giriş yaptı dizi, aynı şekilde de devam ettiğini gördük bu Pazartesi yayınlanan bölümünde. Ekip yine tam forumundaydı, Mehmet Erdem'in müziği dizinin sonunda harika bir tat bıraktı. Melis Birkan da ekibe uyum sağlamış görünüyordu...
Tüm bunlara rağmen bölüm bittiğinde hala eski Leyla'lardan ya da ayrılan diğer karakterlerden dem vurup hem kendi tadınızı hem de yorumlarınızı okuyanların keyfini kaçırmak nedendir? Bu yüzden diziye o denli kızanlar gördüm ki "O zaman neden izliyorsun?" demekten kendimi alamadım. Eğer bu konu senin canını o denli sıkıyorsa, insanların da canını yorumların ile sıkıyorsan kumandayı alacaksın ve o kanalı zaplayacaksın sayın izleyici... Böylece hem izleyip hem dizi hakkında karalama kampanyası yürüten parazitlerden birisi olmayacaksın.
Ben de özellikle Zeynep Çamcı'yı özleyenlerdenim. Ama sırf bu yüzden ne Melis Birkan'ın performansını görmezden gelebilirim ne de dizinin kalitesini kaybettiğini iddia edebilirim. Leyla ile Mecnun yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen hala dimdik ayakta ve son sürat ilerlemeye devam ediyor. Biz de her Pazartesi ekranın karşısındaki yerimizi alıyoruz.
Leyla ile Mecnun diyorum başka da bir şey demiyorum.
Nefret baş etmesi çok zor bir histir. Sürekli hissedilemeyecek kadar ağır ve yorucudur. Bu yüzden bir süre sonra yerini hissizliğe bırakır. Hissizlikse güzeldir: Bir zamanlar sizi yoran nefretinizin hedefindeki insanlara baktığınızda hiç bir şey hissetmemek… Onun sizin için aslında bir hiç olduğunu fark etmek keyiflidir de. Sadece yıpranan hislerinize, nefret ettiğinizi düşünerek harcadığınız zamana üzülürsünüz. Gün gelir hiç kimse olanlar her şeyiniz olur, her şeyiniz olanlarsa hiç.
Dünya bu garip döngüden ibarettir çoğu zaman. Tanır, sever, kaybedersiniz ve sonra yeniden tanır, yeniden sever ve yeniden kaybedersiniz… Son kez sevdiğinizi düşündüğünüz insanı da sonsuzluk ellerinizden aldığında yitirirsiniz. Ne yaparsanız yapın kaybetmeye mahkum olduğunuzu düşünürsünüz bu yüzden… Ama sevdiğiniz insanlarla beraber olarak geçirilen bir ömür, sonsuzlukla kaybedilenden daha fazladır bazen.
Gözlerinizi kapatıp onu düşündüğünüzde yüzünüze yayılan tebessüme sebep olan insanlar varsa hayatınızda, siz de sonsuzluğa karşı kazananlardan olabilirsiniz, kim bilir? O yüzden o tebessümün sebeplerine sıkı sıkı tutunmak gerekir.
Öyle ki;
Bir tebessüm, bazen bir insanın hayatını değiştirir…
İlle Kitap Blogu kitap severlere hitaben, yine kitap severler tarafından oluşturulmuş bir blogdur.
Kitap yorumlarına, alıntılarına ve kitaplar hakkındaki haberlere yer veren ve yazarlarla röportajlar gerçekleştiren blogda okumak istediğiniz kitaplar hakkında fikir edinebilir, okuduğunuz kitapları yorumlayabilir, isterseniz iletişim adreslerini kullanarak kendi yorumlarınızın Anasayfa'da yayınlanmasını sağlayabilirsiniz.
Tüm kitapseverler için ideal bir site olan illekitap.blogspot.com'a hepiniz davetlisiniz.
Merhabalar :) Uzun zaman önce izlediğim ve hala tebessümle izlediğim bir videoyu sizinle paylaşmak istedim. Küçük hanım öyle bir sevimli ki o babasına atıldıkça ben de ona doğru atılmak istedim :D Ayrıca buradan babaya sesleniyorum, ufaklığı da alıp kendi yatağınıza dönseniz daha rahat olurdu sanki :D
Malum, biz milletçe kitap okuma özürlüyüzdür. Yukarıdaki karikatürün aşikar doğruluğunu bilirken ve kitap okumayı çok çok severken bu konuda bir iki şey söylemeden geçemedim.
Çok da uzun konuşmayacağım ama merak ediyorum. Okumadan nasıl geçiyor hayat? Evet, herkesin işi gücü var, herkes bir şeylerle meşgul ama... Hiç gerçeklikten kaçma ihtiyacı hissetmiyor musunuz?
Herkes hayatının mutlaka bir kısmında çok uzaklara gitmekten, kaçmak istediğinden falan bahseder. Ama bu o kadar da kolay bir şey değil. Kaçsanız bile gittiğiniz yerde kaçmak istemenize sebep olan yeni bir şeylerle karşılaşırsınız. Peki buna rağmen, insanlar bir iki sayfayla çok uzaklara gidip hayatındaki hemen hemen tüm şeyleri birkaç saatliğine de olsa gerçekten unutabilecek iken neden ısrarla kitapları iteler durur anlamıyorum.
Okumayı sevmiyor musunuz?
Büyük olasılıkla size de okul zamanlarınızda sevmediğiniz kitaplar dayatılmıştır okumak için, sizi okumaktan soğutacakları hiç akıllarına gelmez onu yapanların. Geçer bir öğretmen karşınıza, verir bir kitabın adını ve dayatır "Bunu okuyacaksın!" Sen o tür bir şeyi okumaktan hoşlanırsın, hoşlanmazsın, sıkılırsın hiç umurlarında olmaz.
Hele ki ilkokulda klasikler dayatılırdı ya hani. Ha işte o zamanlarda ben dahi soğumuştum kitap okumaktan. Daha nasıl okunduğunu bilmediğim Rusça isimlerle dolu ve karmakarışık bir kitabı okumak zorundasın diye tutuşturdular elime ve ben o gün kitap okumaktan tiksindiğimi hissettim.
Aman Allah'ım kitap okumak bu kadar sıkıcı olabilir mi!
Okumak istemediğiniz bir kitabı okursanız olabilir.
Bundan bahsetmemin nedeni şu ki: Kitaplara haksızlık etmeyin. Arayın, tarayın, sevdiğiniz türü keşfedin ve kitap okumanın ne kadar harika olabileceğinin farkına varın. İnanın hiç bir şey sanki o anı yaşıyormuş gibi hissettiğiniz, karakterlerle heyecanlanıp üzüldüğünüz, kitaptan başınızı kaldırıp gerçeğe döndüğünüzde tatlı bir sersemlik hissetmenize neden olan kitapları okumak kadar keyifli değil.
Birkaç gün içinde pek çok farklı dünyanın içine girebilir, oturduğunuz yerde çok uzun yolculuklar yapabilirsiniz.
Üstelik bir filmi izlemek gibi de değildir. Evet, film izlemek güzeldir ama hayal gücünüze çok da yer yoktur. Size sunulanı izlersiniz. Ama kitap okurken yazar size belirli şeyleri verse dahi her şeyi siz hayal eder, siz keşfedersiniz.Karakterler yazara ait olduğu kadar size de ait olur. Mekanlar, zamanlar, yaşananlar... Hepsi sadece sizin gözlerinizin önünde sergilenen bir filmdir. Çünkü her ne kadar herkes aynı şeyi okusa da her okur pek çok şeyi farklı hayal eder, hayal ettiğini canlandırır gözünde...
Bu o kadar keyiflidir ki, bittiğinde üzülür, gerçekliğe döndüğünüzde iç çekersiniz. İşte o yüzden diyorum ki: Aslında kitap okumak güzeldir. Tek yapmanız gereken seveceğiniz, sizi içine alacak olan türü bulmak. Ondan sonrası sizin içinde kolayca gelir. Bir bakmışsınız sizde her kapağın altında keşfedilecek bir dünya olduğunu öğrenmiş ve kendi keşfinizi yapmaktan büyük keyif alır olmuşsunuz.
Kendinizi keşfedebileceğiniz binlerce dünyadan, kitapları sizden mahrum etmeyin... Sadece deneyin.
Efendim, bayanların çoğunda moda merakı vardır malum. Bir de ünlü modacılar ve bilmem ne kolaksiyonları falan var ki blog yazan bayanlarmızın çoğu, yemek üzerine bir şeyler yazmıyorsa, moda blogu yazar ve bu modacıların tasarımlarına öyle yorumlar yapılır ki zannedersiniz adam/kadın sekizinci dünya harikasını yapmış. Parası cebinde gani olanlar tutar bunlara milyonlar döker falan.
Ama özellikle dün ki Mtv'nin müzik ödüllerinin yapılmasından sonra yeniden anladım ki modacı olmak için gereken bir numaralı özellik zevksiz olmak. Onlar nasıl kıyafetler Ya Rabbim! Kıyafetin sağı düzgünse solu kötü, solu düzgünse sağı....Bir de onlara kim bilir ne meblağlar ödeniyor.
Hiçbir zaman modaya karşı özel bir ilgi beslemedim. Ben "Sana yakışan şey modadır," sözüne inanlardanım. Ama "modadan anlayan" bayanların eriyip bittikleri kıyafetlere bakıyorum da çoğunu hiçbir açıdan hiçbir şeye benzetemiyorum. O yüzden artık "modadan anlayanların" üçüncü gözleri olduğuna ve insanların genelinin göremediği mucizevi ayrıntıları görebildiğine inanmaya başladım. Ya da kısaca onlar da zevksiz.
Bu acımasız bir yorum olabilir ki muhtemelen onlara göre de ben kesinlikle zevksizin önde gideniyimdir. Yine de doğal halleriyle dünya güzeli olan bir kızın "moda" adı altında ya da "ünlü modacı" şeklinde hitap edilen birisinin elinde çıkma bir şeyin içine girmesi sonucunda yarı yarıya kaybettiği güzelliğine hep acıyorum.
Ha hepsi mi kötü? Tabii ki hayır. Aralarında cidden güzel şeyler de görüyorum ve istiyorum ki onların yetiştirdiği tasarımcılar, diğer güzellik katili tasarımcıların sonu olur.
Misal, Kristen Stewart kızımızın kendi film galasında giydiği bir kıyafet;
Üşenmedim, ilk gördüğüm zamanlar, kim ne demiş diye baktım. Sevgili "modadan anlayan" guruhtaki arkadaşlar öyle bir övmüşler ki kıyafeti kendimden şüpheye düştüm. Ama hepsi beğenmiş ha, birisi ikisi değil. Genelde de aynı güruh, benim "Hah! Bak ne de güzel olmuş" dediğim kıyafetleri yerden yere vurur.
O zaman tam olarak karar verdim ki ben bırakın modayı, modanın m'sinden anlamıyorum. Ve buna şükrediyorum. Eğer modadan anlamak bu ve bunun türevi kıyafetleri beğenmek anlamına geliyorsa moda özürlü olarak yaşamaya devam etmeyi tercih ediyorum. Ne yani, sorun bende mi?